Ürün Sepetinize Eklendi

X
SEPETE GİT
ALIŞVERİŞE DEVAM ET

13

ARA'14
Peygamber Efendimizin Güvenilirliği
Güvenilirlik, peygamber efendimizin (s.a.) en belirgin özelliğidir.
 
O (sav), gençliğinden itibaren güvenilirliği ile tanınmış, bu nedenle kendisine güvenilir Muhammed anlamına gelen Muhammed’ül-Emin denilmiştir.
 
İnsanlar çözemedikleri problemlerini Peygamberimize getirir, Onun vereceği kararlara büyük saygı ve güven duyar ve memnun olurlardı. İnsanlar her zaman Onun verdiği kararlarda adil olduğuna inanırlardı. O, kişisel çıkar, akrabalık, zenginlik, fakirlik, kin, düşmanlık, taraflardan birinin soylu olması, beden ve ruh bakımından engelli olması gibi durumlarına bakmaz, herkese adil davranırdı.  Peygamber Efendimiz, söz vermişse mutlaka verdiği sözü yerine getirir, kendisine verilen emanetleri sonuna kadar korur, bir şey söylemişse muhakkak onu yapardı.  Herhangi bir şekilde başkalarına zarar vermekten kaçınmayı, canları, malları konusunda onlara güven vermeyi İslam’ın ve imanın şartı olarak görür,  “Emaneti gözetmeyenin imanı yoktur.”  buyururdu.
 
“Mümin, insanların kendisine güvendiği kimsedir. Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların güvende olduğu kişidir. Canıma sahip olan Allah’a andolsun ki kötülüklerinden komşusunun emin olmadığı kimse cennete giremez.”  sözleriyle, çevresine güven vermeyen kimsenin ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğu konusunda uyarılarda bulunurdu.
 
Bir kimsenin kalbinde imanın ve inkârın bir arada bulunamayacağı gibi, güvenilirlik ve ihanetin de bir arada bulunamayacağına inanırdı.  Güven konusundaki tavizsiz kişiliğini bilen insanlar da Peygamberimize karşı sonsuz güven duygusu taşırlar, emanetlerini ona teslim ederlerdi. Düşmanları dahi, kimseye emanet edemedikleri en değerli eşyalarını Peygamber Efendimize emanet ederlerdi.
 
El-Emin Geliyor...
Efendimize (asm), peygamberlik vazifesinin verilmesinden önceki dönemlerdi… Kabe’nin yeniden inşaası için kabileler bir araya gelmiş olanca güçleri ile çalışmaktaydılar. Sıra Hacer-ül Esved’in yerine yerleştirilmesine gelmişti ki, her kabilenin canla başla yerine getirmek isteyeceği bu vazife için kabileler bir biri ile anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Bu anlaşmazlık öyle büyümüştü ki, bir an sesler yükselir olmuş ve kılıçlar kınlarından çıkmıştı.
 
Birkaç gün süren bu anlaşmazlık süresince Kabe’nin inşaasına ara verilmiş, herkes Hacer-ül Esved‘in yerleştirilmesi meselesine odaklanmıştı. Kanlı bir hadisenin kopması her an beklenirken, Ku­reyş’in en yaşlılarından Ebû Ümeyye diye bilinen Huzeyfe b. Muğîre, ortaya atıldı ve taraflara şu tekli­fi sundu:
 
“Ey Ku­reyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, mâbedin şu kapısından (Benî Şey­be Kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın; o kimse bu işi bir neticeye bağlasın!”
 
(İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 209; İbn Sa’d, Tabakat., c. 1, s. 146; Taberî, Tarih, c. 2, s. 201.)
 
Ebû Ümeyye’nin beklenmedik bu teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gör­dü. Artık bütün gözler Benî Şeybe kapısındaydı! Acaba kim çıkacaktı ve kabilelerin anlaşmazlığına nasıl bir çareyle son vere­cekti? Hiçbir kabilenin gönlünü kırmadan bu işi nasıl halledecekti? Merak dolu bakışlar, mescidin mezkûr kapısını dikkatle süzmekte idi. Kapıdan bir zât belirdi!
 
Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar:
 
“El-Emin o! Muhammed o! Onun aramızda vereceği hükme râzıyız!”
 
(İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 209; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 146.)
 
Evet, gelen Muhammedü’l-Emin’di (a.s.m.). Herkesin iti­madını kazanmış olan dürüst insandı. Bu sebeple, merak dolu bakışlar, birden sevinç bakışlarına döndü. Çünkü âdil karar vereceğinden hepsi tereddütsüz emindi.
 
Evet, isabetli karar vermekten şaşmayan Efendimizin (asm) gelişi, elbette tesadüfî değildi. Vereceği hükümle onlara, peygamberliğinden önce de, isabetli görüşe, derin düşünceye sahip olduğunu tasdik ettirecekti.
 
Ku­reyş, durumu kendilerine anlattı.
 
Kalbi gibi zihni de tertemizdi Efendimizin (asm)… İsabetli ka­ra­rı vermekte gecik­medi ve şu emri verdi:
 
“Hemen bana bir örtü getiriniz!”
 
Ânında getirdiler. Bir rivayete göre bu Velid b. Mu­ğî­re’­nin elbisesiydi. Di­ğer bir rivayete göre ise, Efendimiz (asm), bizzat kendi ridâsını bu işte kullandı.
 
(Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 99.)
 
Kâinatın Efendisi (asm), getirilen örtüyü yere serdi.
 
Küçük büyük herkesin dikkatli bakışları, Efendimizin (asm) üzerinde toplanmıştı. O örtüyle ne yapacaktı?
 
Merakları fazla sürmedi ve Sevgili Pey­gam­be­ri­miz (asm), Hace­rü’l-Esved’i bu ör­tünün ortasına koydu; sonra da,
 
“Her kabileden bir kişi bunun birer köşe­sinden tutsun.”
 
diye emretti. Öyle yaptılar. Hacerü’l-Esved’i örtüyle, konulacak yere kadar kaldırdılar.
 
…Ve Resûl-i Kibriya Efendimiz (asm), bizzat Hacerü’l-Esved’i kendi eliyle yerine koyarak, bu şerefe nâil oldu!
 
Bundan sonra duvar örülmeye başlandı ve kısa zamanda tamamlandı. (İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 209-210; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 146; Taberî, Tarih, c. 2, s. 201.)
 
Böylece, Allah Resûlü, İlâhî mevhibenin bir eseri olan isabetli kararıyla, ka­bileler arasında büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu.
 
Bu kararıyla Sevgili Pey­gam­be­ri­miz (asv), kendisinden çok daha yaşlı ve haliyle tecrübeli bulunanlardan bile daha isabetli görüşe, daha kuvvetli muhakemeye ve daha ziyade zekâya sahip bulunduğunu, aynı zamanda İlâhî bir kuvvetle teyit edildiğini ortaya koymuş oluyordu!
 
Emanete Sadık
Müşrikler Efendimize (asm) o derece güvenirlerdi ki, düşman oldukları halde kendisine en önemli şeylerini emanet olarak bırakırlardı. Efendimiz (asm) de bu emanetleri onlar müşrik olsalar bile en güzel şekilde muhafaza ederdi. Hatta hicret yolculuğunun başlamasından az evvel, evinin etrafını çevirip kendisini öldürmeyi planladıkları zamanda dostu Hazreti Cebrail (as) hadiseyi haber vermişti. O (asm) ise gitmeden evvel canına kasdeden müşriklerin emanetlerini alıp yanında götürüp onlara ders verebilecekken, “el-Emin”e yakışır bir şekilde tüm emanetleri müşriklere geri vermesi için Hazreti Ali (ra)’i yerine bırakıp sonra yolculuğa çıkacaktı. Çünkü O, Muhammed’ül Emin’di (asm) …
 
(Kaniatın Efendisi, Salih Suruç, s:297.)