تمت اضافة السلعة إلى سلتكم

X
اذهب الى السلة
أكمل عملية الشراء

20

ايار'20
Ezanın Önemi
Ezanın Önemi

Sözlükte “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilân etmek” mânasında bir masdar olan ezan kelimesi terim olarak farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı ifade eder. Aynı kökten gelen müezzin “ezan okuyan kimse”, mi’zene de “ezan okunan yer” (minare) demektir. Ezan kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde “bildiri, ilâm” mânasında geçerken (et-Tevbe 9/3) terim anlamında ezana nidâ kökünün türevleriyle iki âyette (el-Mâide 5/58; el-Cum‘a 62/9) işaret edilmiştir. Ezan sözlük anlamında ve çeşitli fiil kalıplarıyla yedi âyette (meselâ bk. el-Bakara 2/279; el-A‘râf 7/167; el-Hac 22/27), müezzin de yine bu çerçevede “çağrıcı, tellâl” mânasında iki âyette (el-A‘râf 7/44; Yûsuf 12/70) yer almaktadır. Hadislerde ise ezan kelimesi terim anlamında hem isim olarak hem de çeşitli fiil kalıplarıyla sıkça geçmektedir (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “eẕn” md.; a.mlf., Miftâḥu künûzi’s-sünne, “eẕân” md.).
Namaz Mekke döneminde farz kılındığı halde Hz. Peygamber’in Medine’ye gidişine kadar namaz vakitlerini bildirmek için bir yol düşünülmemişti. Medine döneminde ise müslümanlar başlangıçta zaman zaman bir araya toplanıp namaz vakitlerini gözetirlerdi. Bir süre namaz vakitlerinde sokaklarda “es-salâh es-salâh” (namaza namaza!) diye çağrıda bulunulduysa da bu yeterli olmuyordu. Namaz vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir işarete ihtiyaç duyulduğu aşikârdı. Bunun için nâkūs (hıristiyanlarca şimdiki çan yerine kullanılan, üzerine bir çomakla vurularak ses çıkarılan tahta parçası) çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklinde çeşitli tekliflerde bulunulduysa da nâkūs hıristiyanların, boru yahudilerin, ateş Mecûsîler’in âdeti olduğu için Resûlullah tarafından kabul edilmedi. Ancak bu sırada ashaptan Abdullah b. Zeyd b. Sa‘lebe’ye rüyada ezan öğretilmiş, Abdullah da ertesi gün Hz. Peygamber’e gelerek durumu haber vermişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Bilâl’e ezan cümlelerini ezanda ikişer, ikāmette ise birer defa okumasını emretti. Bu arada Hz. Ömer Resûlullah’a gelip aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü, ancak Abdullah b. Zeyd’in daha erken davrandığını bildirmiştir (Buhârî, “Eẕân”, 1; Müslim, “Ṣalât”, 1; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 27; Tirmizî, “Ṣalât”, 25; İbn Mâce, “Eẕân”, 1; Nesâî, “Eẕân”, 1). Bilâl, Neccâroğulları’ndan bir kadına ait yüksek bir evin üstüne çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 3). Böylece ezan hicrî 1. (622) veya bir rivayete göre 2. (623) yılda meşrû kılınmış oldu. Daha sonra Mescid-i Nebevî’nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı.
 
Ezan sünnet yoluyla meşrû kılınmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’deki, “Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır” (el-Mâide 5/58); “Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın” (el-Cum‘a 62/9) meâlindeki âyetlerle de teyit edilmiştir.
 
Ezan şu sözlerden oluşur: “Allāhü ekber” (Allah en büyüktür [dört defa]); “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka tanrı olmadığına şehâdet ederim [iki defa]); “Eşhedü enne Muhammeden resûlullah” (Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet ederim [iki defa]); “Hayye ale’s-salâh” (haydi namaza [iki defa]); “Hayye ale’l-felâh” (haydi kurtuluşa [iki defa]); “Allāhü ekber” (Allah en büyüktür [iki defa]); “Lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka tanrı yoktur). Sabah ezanında, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra iki defa, “es-Salâtü hayrün mine’n-nevm” (namaz uykudan hayırlıdır) sözü tekrarlanır ki buna “tesvîb” denilir.
 
 
الله أكبر الله أكبر
الله أكبر الله أكبر
 
أشهد أن لا إله إلا الله
أشهد أن لا إله إلا الله
 
أشهد أن محمدا رسول الله
أشهد أن محمدا رسول الله
 
حي على الصلاة
حي على الصلاة
 
حي على الفلاح
حي على الفلاح
 
(الصلاة خير من النوم)
(الصلاة خير من النوم)
 
الله أكبر الله أكبر
لا إله إلا الله
 
 
Hanefî ve Hanbelî mezhepleri ezanda Abdullah b. Zeyd’den nakledilen bu lafızları esas almışlardır. Şâfiîler de aynı lafızları benimsemekle beraber müezzinin her iki şehâdet cümlesini önce yanındaki kimselerin duyacağı şekilde alçak sesle, sonra da yüksek sesle okuması anlamına gelen “tercî” ilâvesinin bulunduğu Ebû Mahzûre rivayetini (Müslim, “Ṣalât”, 6; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 28) tercih etmişlerdir. Mâlikîler ve Hanefî mezhebinden Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed ise Abdullah b. Zeyd’den gelen diğer bir rivayeti ve Medine halkının uygulamasını esas alarak tekbirin ezanın başında da iki defa okunacağını söylemişlerdir.
İkāmet sözleri de ezanda olduğu gibidir; ancak burada, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra “Kad kāmeti’s-salâh” (namaz başlamıştır) cümlesi iki defa tekrar edilir (bk. İKĀMET). Şiîler’de ise, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra “Hayye alâ hayri’l-amel” (amelin hayırlısına geliniz) cümlesi ilâve edilerek iki defa tekrarlanır. Şiî kaynaklarına göre bu ibare başlangıçta ezan metninde yer almakta iken Hz. Ömer, müslümanların daha çok namaza yönelip cihadı terketmemeleri için onu metinden çıkarmıştır (Bahrânî, VII, 438). Şiî çevrelerde ikinci şehâdet cümlesinden sonra iki defa okunan, “Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah” (Ali’nin Allah’ın dostu olduğuna şehâdet ederim) veya, “Eşhedü enne Aliyyen emîrü’l-mü’minîne hakkan” (meşrû devlet başkanının Ali olduğuna şehâdet ederim) gibi ifadeler Şîa’nın meşhur ve sahih rivayetlerinde yer almaz ve ezanın sözlerinden sayılmaz. Bununla birlikte bu cümlelerin okunması Şiî âlimleri arasında fiilî bir tasvip görmüş ve yaygınlık kazanmıştır.
 
Hz. Peygamber ve ilk iki halifesi zamanında cuma günleri sadece hutbeden önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman devrinden itibaren cuma namazı için halkın önceden uyarılması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlandı.
 
İslâm’ın şiârı ve müslüman varlığının sembolü olarak kabul edilen ezanı terketme hususunda söz birliği içinde bulunan müslüman bir şehir veya bölge halkına karşı başka bir çözüm şekli bulunamadığı takdirde savaş açılmasının gerektiğine dair ittifak halinde olan İslâm hukukçuları ezanın dinî hükmü konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefî ve Şâfiî mezheplerindeki hâkim görüşe, Mâlikî ve Şîa’dan İmâmiyye mezhepleriyle Ahmed b. Hanbel’den nakledilen bir rivayete göre ezan okumak sünnet-i müekkededir. Şâfiî mezhebindeki bir görüşe göre farz-ı kifâye, bazı Hanefî âlimlerine göre de vaciptir. Hanbelîler ise bir yerleşim yerinde ezan okunmasını farz-ı kifâye kabul ederler. Cuma namazı kılınan yerleşim merkezleri konusunda Mâlikîler de bu görüştedir.
 
Mâna ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslâm için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felâh) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur. Yer küresinin güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bulundurulduğu takdirde müslümanlarla meskûn olan her noktada günde beş defa okunan ezanın kesintisiz devam ettiği, bu ilâhî mesajın günün her anında yeryüzünden yükseldiği anlaşılır. Hz. Peygamber’den nakledilen birçok hadis ezanın mâna ve önemini dile getirmekte ve ezan okumanın faziletlerini belirtmektedir (meselâ bk. Buhârî, “Eẕân”, 4, 9; Müslim, “Ṣalât”, 14-18; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 60).
 
Ezan namaz vakti girdikten sonra okunmalıdır; vaktinden önce okunursa iadesi gerekir. Hanefî ve Şâfiîler’e göre ezanın sahih olması için niyet şart değildir; Mâlikî ve Hanbelîler ise niyeti şart koşarlar. Ayrıca ezan Arapça sözleri ve bilinen tertibiyle okunmalıdır. Hanefî ve Hanbelîler’e göre ezanın Arapça’dan başka bir dilde okunması câiz değildir. Şâfiî mezhebine göre ise Arapça bilmeyen yabancıların ezanı asıl şekliyle okuyabilen birinin bulunmaması halinde kendi dillerinde ezan okumaları mümkündür. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ezanda tertip vaciptir; sözlerinin sırası değiştirildiği takdirde yeni baştan okunması gerekir. Tertibi sünnet sayan Hanefîler’e göre ise sıranın bozulduğu yerden alınarak devam edilir. Ezanı erginlik veya temyiz çağına gelmiş bir kimse okumalıdır. Gayri mümeyyiz çocuğun okuyacağı ezan geçersizdir. Ayrıca müezzinin ezan sırasında konuşması mekruhtur. Çokça konuşma veya uzunca susma suretiyle ezan sözleri arasına fasıla girmesi halinde ise baştan tekrar edilmesi gerekir.
 
Ezan farz olan namazlar için okunur. Camide okunan ezan duyuluyorsa evlerde kılınacak namaz için ayrıca ezan okunmaz. Ezanın duyulmadığı uzak bir mesafede veya yerleşim merkezleri dışında bulunanlar da ezan okurlar. Cenaze namazı ile vitir, bayram, teravih, yağmur duası namazı ve farz-ı ayın olmayan diğer namazlar için ezan okunmaz. Farz namazlar dışında güneş tutulması vb. sebeplerle cemaatle kılınan namazlar için Hz. Peygamber zamanında ezan okunmamış, müslümanlar, “es-Salâte (es-salâtü) câmiaten” (cemaatle namaza geliniz) diye çağrılmışlardır (Buhârî, “Küsûf”, 3, 8; Müslim, “Küsûf”, 4). Yeni doğan bebeğin sağ kulağına hafif sesle ezan, sol kulağına da ikāmet okumak menduptur (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 108; Tirmizî, “Eḍâḥî”, 17).
 
Müezzinin sesinin gür ve güzel olması, ezanı ayakta ve yüksekçe bir yere çıkıp dinleyenlerin tekrarına imkân verecek şekilde yavaş okuması, sesin daha güçlü çıkmasına yardımcı olacağı için şehâdet parmaklarının uçlarını kulaklarına götürmesi veya ellerini kulaklarının üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, “Hayye ale’s-salâh” derken yüzünü sağa, “Hayye ale’l-felâh” derken de sola çevirmesi, dinî hassasiyet sahibi ve abdestli olması müstehaptır.
 
Ezanı işiten bir müslüman müezzinin sözlerini ondan sonra tekrar eder. Ancak, “Hayye ale’s-salâh” ve “Hayye ale’l-felâh”ta bunların yerine “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” (bütün değişimler, bütün güç ve hareket Allah’ın iradesiyle mümkündür) cümlesini tekrar eder. Sabah ezanında ilâve edilen, “es-Salâtü hayrün mine’n-nevm” cümlesine de, “Sadakte ve berirte” (doğru ve haklı söyledin) diye karşılık verilir. Ezan okunduktan sonra özürsüz olarak namaz kılmadan camiden çıkmak Hanbelîler’e göre haram, Şâfiîler’e göre de mekruhtur.
 
Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber’in öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur: “Allāhümme rabbe hâzihi’d-da‘veti’t-tâmme ve’s-salâti’l-kāime âti Muhammeden el-vesîlete ve’l-fazîlete ve’b‘ashü makāmen mahmûdeni’llezî vaadteh” (اللهم رب هذه الدعوة التامة والصلاة القائمة آت محمدا الوسيلة والفضيلة وابعثه مقاما محمودا الذي وعدته Ey bu mükemmel davetin ve dâimî çağrının [veya kılınacak namazın] rabbi olan Allahım! Muhammed’e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et, onu faziletlerle donat. Onu -Kur’ân-ı Kerîm’inde- vaad ettiğin övgü makamına yücelt [Buhârî, “Eẕân”, 8]).
 
Ezanla ilgili hükümler fıkıh kitapları içinde ayrı bir bölümde ele alınmakla birlikte bu konuda bazı âlimler müstakil eserler de telif etmişlerdir. Bunlar arasında Ebü’ş-Şeyh’in (ö. 369/979) Kitâbü’l-Eẕân, Abbâd b. Serhan el-Meâfirî’nin Risâle fi’l-eẕân (Resâʾilü fi’l-fıḳh ve’l-luġa içinde, nşr. Abdullah el-Cübûrî, Beyrut 1982, s. 37-85), Kādî İyâz’ın Naẓmü’l-burhân ʿalâ ṣıḥḥati cezmi’l-eẕân, Emîr es-San‘ânî’nin Teşnîfü’l-âẕân bi-esrâri’l-eẕân (nşr. Abdullah Muhammed el-Habeşî, Beyrut 1407/1987) adlı eserleri zikredilebilir. Mısırlı edip ve düşünür Abbas Mahmûd el-Akkād, Dâʿi’s-semâʾ Bilâl b. Rebâḥ: müʾeẕẕinü’r-Resûl adlı eseri içinde (Kahire 1945) ezana da bir bölüm ayırmıştır. Dikkate değer edebî bir güzellik taşıyan bu bölüm İngilizce’ye çevrilerek yayımlanmıştır (Lahore 1978). Ayrıca Lebîb es-Saîd’in el-Eẕân ve’l-müʾeẕẕinûn (Kahire 1970) ve Seyyid Abdürrızâ Hüseyin el-Celâlî’nin el-Eẕân ve’l-müʾeẕẕin (Necef 1972) adlı risâleleriyle Ebû Hâtim Üsâme b. Abdüllatîf el-Kavsî’nin Kitâbü’l-Eẕân (Kahire 1408/1987) adlı eseri bu konuda kaleme alınmış diğer çalışmalardır.
 
 
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “eẕn” md.
 
Tehânevî, Keşşâf, “eẕn” md.
 
Wensinck, el-Muʿcem, “eẕn” md.
 
Miftâḥu künûzi’s-sünne, “eẕân” md.
 
Müsned, II, 136, 366, 411; III, 29, 169; IV, 42, 43, 81, 95, 284; V, 171, 179.
 
Dârimî, “Ṣalât”, 3-12.
 
Buhârî, “Eẕân”, 119, “Küsûf”, 3, 8.
 
Müslim, “Ṣalât”, 1-18, “Küsûf”, 4.
 
İbn Mâce, “Eẕân”, 1-7.
 
Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 3, 27-45, 60, “Edeb”, 108.
 
Tirmizî, “Ṣalât”, 25, 139-158, “Eḍâḥî”, 17.
 
Nesâî, “Eẕân”, 1 -41.
 
İbn Hişâm, es-Sîre, II, 154.
 
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 246.
 
Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-Mebsûṭ fî fıḳhi’l-İmâmiyye, Tahran 1387, I, 95-99.
 
Serahsî, el-Mebsûṭ, I, 127.
 
Mergīnânî, el-Hidâye, İstanbul 1986, I, 41.
 
İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), I, 402-431.
 
Nevevî, Şerḥu Müslim, IV, 75.
 
İbnü’l-Hâc el-Abderî, el-Medḫal, Kahire 1981, II, 241-245; III, 52.
 
Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, II, 269-273.
 
İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Hatîb), II, 62.
 
Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1348, V, 101.
 
Tecrid Tercemesi, II, 551-557.
 
Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc, I, 133-142.
 
Emîr es-San‘ânî, Teşnîfü’l-âẕân bi-esrâri’l-eẕân (nşr. Abdullah Muhammed el-Habeşî), Beyrut 1407/1987.
 
İbn Usfûr el-Bahrânî, el-Ḥadâʾiḳu’n-nâżıra (nşr. Muhammed Takī el-Îrevânî), Beyrut 1405/1985, VII, 403-404, 438.
 
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), I, 383-400.
 
Muhammed Hasan en-Necefî, Cevâhirü’l-kelâm fî şerḥi şerâʾiʿi’l-İslâm, Beyrut, ts. (Dâru İhyâi’t-türâsi’l-Arabî), IX, 86-87.
 
Tâhir Olgun [Tâhirülmevlevî], Müslümanlıkta İbadet Tarihi (haz. Abdullah Işıklar), İstanbul 1963, s. 58.
 
a.mlf., “Ezan Hakkında Mâlûmat ve Hâlisâne Bazı Temenniyat”, SR, X/236 (1329), s. 29-31.
 
Abdurrahman b. Muhammed el-Cezîrî, el-Fıḳh ʿale’l-meẕâhibi’l-erbaʿa, Kahire 1392, I, 310-326.
 
Abbâd b. Serhân el-Meâfirî, Risâle fi’l-eẕân (Resâʾilü fi’l-fıḳh ve’l-luġa içinde, nşr. Abdullah el-Cübûrî), Beyrut 1982, s. 32-90.
 
Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî, I, 533-562.
 
Ebû Hâtim Usâme b. Abdüllatîf el-Kavsî, Kitâbü’l-Eẕân, Kahire 1408/1987.
 
Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 142, 156-162; II, 242.
 
Th. W. Juynboll, “Ezân”, İA, IV, 429-430.
 
a.mlf., “Ad̲h̲ān”, EI2 (İng.), I, 187-188.
 
“Eẕân”, Mv.Fİ, IV, 187-221.
 
“Eẕân”, Mv.F, II, 357-373.
TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul'da basılan 12. cildinde, 36-38 numaralı sayfalarda yer almıştır.
https://islamansiklopedisi.org.tr/





كلمات البحث: Ezanın Önemi