Ürün Sepetinize Eklendi

X
SEPETE GİT
ALIŞVERİŞE DEVAM ET

25

KAS'20
Siz Hiç Yarım Kaldınız Mı?



Televizyonda kulaklarımı sağır edeceğine inandığım uğultulu bir ses, - hadi sana eşlik edeyim televizyoncum- diyerek, ardı ardına sokaktan gelen korna sesleri... Sanki içlerindeki öfkeyi dışarı yansıtma konusunda ant içmiş gibi hepsi... Hepsi ya, hepsi aynı anda nasıl oluyor da, ilelebet çalıp durabiliyorlar şu kotayı daaat daaat diye? Kendi kulakları patlamıyor mu gürültüden? Bilemiyorum.

Sonra dolanıyorum evde öylece. Canım sıkılıyor. Nereye elimi atsam yarım bıraktığım işler dolu. Çekmeceleri kurcalıyorum; tamamlanmamış yazılar, kırık uçlu tığ ve yanında bitmemiş bir atkı. Geçen kış örmeye niyetlenmiştim, üstünden bir sene geçmiş ve hâlâ orada. Biraz daha ileri uzatınca elimi bitmiş tükenmez kalemler, (gerçi adı neden tükenmez onu da anlamış değilim) bantlar, boş kâğıtlar, iç içe geçirip katladığım kumaşlar...
Hepsi yarım.
Sonra dönüp kendime bakıyorum, kendi içime, kendi yarım kalmışlığıma. Saç diplerimde aniden başlayan kaşıntı hissi tüm bedenimi sarınca, bir ürperti ile kendime geliyorum ve kalkıp kendime kahve yapmaya niyetleniyorum. Çünkü becerebildiğim tek şey kahve yapmak. Çeşit çeşit kahve yapabilirim, değişik aromatik tatlar katabilirim, ilginç bardaklarda servis edebilirim ama yarım kalmışlık hissi...
Anlatamıyorum sanırım.
Belki de anlayacaklarını sanmıyorumdur. Hoş, kim anlayacak ki?
İnsan anlaşılmak istedikçe, anlamak istemeyecekler çoğalıyor etrafında.
Böyle bu hayat.

Neyse ki, yaptığım kahvenin tadı yarım kalmışlığın üzerine kalınca bir çizgi çekecek kadar kaliteli ve güzel. Tamamlanmış kahve diyorum adına.
'Bir seni tamamlayabildim hayatımda, olsun, bu da bir şeydir' diyorum kendi kendime.

Gözlerim karşımda duran ve bir duvarı boydan boya kaplayan kitaplığıma gidiyor. Kahvemden bir yudum alıp, yavaşça masaya bırakıyorum ve ağır adımlarla ilerliyorum kitapların yanına.

Parmaklarım bir bir dokunuyor raflara, kitaplara... Bazılarının sayfalarını karıştırıp içine yazdığım notlara bakıyorum, bazılarını sadece kokluyorum, sonra bir bakıyorum ki, yarım kalmış bir sürü kitap daha...

Sonra neden, birden, - evet evet aniden- kahveyi yarım bırakıp, yarım bırakılmışlık hissine bir yenisini daha eklemek istiyorum?

İçmiyorum kahvemi. Oysa hiç adetim değildir kahveyi yarım bırakmak. Fakat içmiyorum. Bilmiyorum neden... Geçiyorum odama, uzanıyorum yatağıma. Karnıma kadar çekiyorum dizlerimi,kolum başımın altında.
Duruyorum öylece.

Yarım kalmışlık....

Neden bu kadar tanıdıksın bana? Niye bu kadar dost olduk seninle? Daha önce hissetmediğim yakınlığı neden sende buluyorum? Sen kimsin ki?

Yarım kalmışlık...

Bir bakıyorum, gece olmuş. Salondaki yarım bıraktığım kahvem buz gibi, üzerinde tortular var...
Dışarı bakıyorum. Yarım ay gökyüzünde, gecenin siyahına pek yakışmış. Adeta yakaya takılan gümüş rengi broş gibi parlıyor.

Gülümsüyorum. İlk kez... Uzun süreden sonra ilk kez gülümsüyorum ve bir bakıyorum ki, yarım kalmışlık meğer içimdeymiş.

Hiçbir şey yarım kalmamış, yarım kalmasını ben istemişim, ben tercih etmişim. Ben yapmışım, ben oldurmuşum, oldurmamışım, sürdürmüşüm, bırakmışım.

Hislerimin ve yaşadığım her şeyin tek sorumlusu bendim.
Yarım kalan yoktu, yarım kalanın ta kendisi bendim.
Peki nasıl tamamlanacaktım?

Beni tamamlayacak olan yegane şeyi nasıl bulacaktım?

Yarım kalan bir insan, tamamlanabilir miydi?

...
Yazının devamı haftaya :)